Ayasofya, mazbut vakıf (yöneticisi ve mütevellisi kalmamış) statüsünde bulunan Ebu’l Fetih Sultan Mehmet Vakfına (günümüzde Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı) ait ve vakfiyesi gereğince cami olarak kullanılması gereken hayrat taşınmaz niteliğindedir. Ayasofya’nın cami olarak vakfedildiğine ilişkin ifade, 1462 tarihli vakfiyede yer almaktadır. Ayasofya’nın statüsünün belirlenmesi açısından en önemli husus, Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı’nın 1926 yılından önce kurulmuş olmasıdır. Nitekim, Türkiye’de 1926 yılından önce oluşturulan vakıfların hukuki statüleri korunmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’de 1926 yılından önce kurulan vakıflar için kurulduğu dönemdeki geçerli hukuk kuralları uygulanmaktadır.
Türkiye’de vakıflara ilişkin mevzuat ve Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kararları birlikte değerlendirildiğinde, 1926 yılından önce kurulmuş olan vakıflarla ilgili olarak,
• Vakfiye ya da vakıf senedinin vakfın kurucu belgesi olduğu ve bu belgelerin vakfın konusuna, amacına ve organlarına dair vakfedenin iradesini yansıtan düzenlemeler içerdiği,
• Vakfiye ya da vakıf senedi hükümlerinin, hukuk kuralı etki, değer ve gücünde olduğu,
• Vakıf kurma işlemi tamamlandıktan sonra bu kuralların, “vakfedeni”, “vakfı idare edenleri”, “vakıftan faydalanacakları” ve “üçüncü kişileri” bağladığı gibi “Devleti” de bağladığı,
• Kurucu iradeyi yansıtan vakfiye ya da vakıf senetlerini hiç kimsenin değiştiremeyeceği,
• Vakıf varlıklarının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasının zorunlu olduğu, sonucuna varılmaktadır.
19 Kasım 1936 tarihli tapu senedine göre, Ayasofya “57. pafta, 57. ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi adına kayıtlıdır. Ayasofya’nın mülkiyetinin Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tescili ise, İstanbul Merkez Mazbut Hayrat Vakıf Taşınmaz Mallar Kütüklerinde 139. sıraya yapılarak ‘taşınmaz hayrat’ olarak kaydedilmiştir.
Bu bağlamda, Ayasofya'nın statüsünün hukuk düzeni ile muhafaza edildiği ve güvence altına alındığı; mazbut vakıf niteliğindeki Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı'nın mülkiyetinde olduğu; vakfedenin iradesi gereği sürekli şekilde cami olarak kullanılması için toplumun hizmetine sunulduğu ve tapu belgesinde de cami vasfı ile tescilli bulunduğu dikkate alındığında, 1934 yılında Ayasofya’nın bir Bakanlar Kurulu Kararı ile müzeye dönüştürülmesinin Türkiye’nin vakıflarla ilgili mevzuatına (mülga 864 sayılı Kanun, 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu, 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu) aykırı olduğu çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Düzenleyici işlemlerle vakıf hayrat taşınmazların başka bir amaca özgülenmesi mevzuata ve evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır.
Devletin, vakıf varlığının vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasını sağlama yönünde pozitif yükümlülüğü, vakıf mal ve haklarına ilişkin vakfedenin iradesini ortadan kaldıracak şekilde müdahalede bulunmama yönünde negatif yükümlülüğü bulunmaktadır.
Nitekim, Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği’nin Danıştay’a açtığı dava sonucunda, Danıştay 10. Dairesi Ayasofya’yı müzeye çeviren 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiştir. Hemen ardından yayınlanan 2729 sayılı, 10 Temmuz 2020 tarihli ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan imzalı Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Ayasofya Camii ibadete açılmıştır.
Kariye Camii Kararı şekildedir:
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 2019 yılında Ayasofya Camii davası için emsal teşkil edecek bir kararı yine Fatih Sultan Mehmed Han’ın vakfiyelerinden olan Kariye Camii için vermiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 1945 yılında bir Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürülen Kariye Camii’nin, mülkiyeti mazbut Fatih Sultan Mehmed Vakfı’na ait bir hayrat taşınmaz olmasından hareketle, camiyi müzeye dönüştüren ilgili Bakanlar Kurulu kararını yetki, şekil, sebep, maksat yönlerinden hukuka aykırı bularak iptal etmiştir. Nitekim, Danıştay 10. Dairesi’nin Ayasofya Camii’ne ilişkin gerekçeli kararında Kariye Camii kararına referans verilmektedir.
• Hayrat taşınmazlar ibadethane, hastane ve aşhane gibi doğrudan doğruya hayır hizmetlerinin ifası için kurulmuş olan vakıfların taşınmazlarıdır.
• Hayrat taşınmazlar hiçbir kişinin özel mülkiyetinde değildir ve bu taşınmazlar hakkında özel mülkiyet hükümleri tatbik olunamaz.
• Hayrat taşınmazlar satılamaz, rehnedilemez ve haczolunamaz.
• Bu taşınmazlar, yürürlükte olan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na göre kamunun istifadesine tahsis edilmiştir.
• Hayrat taşınmazların vakfın belirlediği kullanım amacının dışında bir amaç için tahsis edilememesi esastır.
• Vakıf hayrat taşınmazların amaç dışı kullanımları üçüncü kişilerin yanı sıra devlete karşı da korunmuştur. Bu vakıfların devletin koruması altında olması, devletin istediği zaman ve istediği şekilde vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunması anlamına gelmez.